destina
gece tüm karanlığıyla gökyüzünde zarafetini sunmuştu bize. karanlık olması onun saflığının simgesiydi. karanlıktı çünkü insanların korkunç yüzünü karanlığıyla kapatmaya çalışan şefkatli bir anne edasındaydı. sımsıkı sarmıştı tüm karanlığıyla insanları. yeryüzündeki kaosun tek nedeni canlıların uyuyup yeryüzünden kısa bir süreliğine çekilmesini ister gibi uyku tozunu döktü onların gözlerinin üstüne.
"dün gece sen uyurken ismini fısıldadım
ve hayvanların korkunç öykülerini anlattım
dün gece sen uyurken çiçeklere su verdim
ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara"
bu sırada fark etti ki çabalarının hepsi boşunaydı. kötülüklerin ve iyiliklerin birleşimiyle ete bürünmüş insanlardı onlar. onlar için yazılmış bir öykünün masum oyuncuları tadında yaşıyorlardı aslında. doğduklarında o kadar beyazlardı ki... tecrübeler yüzlerini boyadı karaya. "kader" isimli bir oyunda başrol yarışı peşindeydi herkes. o yüzden yeni bir isim verdi onlara gece : "destina"
"dün gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
işte bu yüzden sırf bu yüzden yeni bir isim verdim sana"
koca bir sahnede tozların arasında bilgelik arayışında gerçeği arıyordu destina. doğrular vardı. çıkarlar, faydalar, zararlar, yanlışlar. hele de acılar vardı. en çok acıyı oynarken canı yanıyordu destina'nın. ve seyirci gece en çok bu sahnede hakim olamıyordu kendine, gözyaşlarıyla ıslatıyordu toprağı. duyduğu toprak kokusuyla mutlu olan destina gülümsüyordu. gülümserken ne kadar da güzel oluyordu... bir yıldızdı destina ve her oyununda biraz daha profesyonel yapıyordu onu yuttuğu sahne tozu.
"dün gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
işte bu yüzden sırf bu yüzden yeni bir isim verdim sana, destina"
destina, umarsız görünmeye çalışsa da senaryolar yoruyordu onu. kimi zaman da acıtıyordu canını onun konrtolu dışında yazılan rolünü oynamak. rolüne sımsıkı bağlanmayı öylesine istedi ki korktu replikleri dışında bir şey söylemekten. oysa ne çok isterdi kendi hissettiklerini kelimelere dökmeyi. izin vermedi sahnenin kuralları ona. o da sadık bir oyuncu olarak kuralların dışına çıkamadı ama saatlerce ağladı gecenin karanlığında gidenlerin ardından. o kadar çok üzüldü ki kaçırdıkları için, işte bu yüzden, sırf bu yüzden, yaşamının gizini, adını, verdi ona koca sahne, teselli olsun diye.
"sen öyle umarsız uyusanda bir köşede
işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
seni bu denli yıktıkları için
yaşamımın gizini vereceğim sana"
Tuz ve Su
Yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
"dün gece sen uyurken ismini fısıldadım
ve hayvanların korkunç öykülerini anlattım
dün gece sen uyurken çiçeklere su verdim
ve insanların korkunç öykülerini anlattım onlara"
bu sırada fark etti ki çabalarının hepsi boşunaydı. kötülüklerin ve iyiliklerin birleşimiyle ete bürünmüş insanlardı onlar. onlar için yazılmış bir öykünün masum oyuncuları tadında yaşıyorlardı aslında. doğduklarında o kadar beyazlardı ki... tecrübeler yüzlerini boyadı karaya. "kader" isimli bir oyunda başrol yarışı peşindeydi herkes. o yüzden yeni bir isim verdi onlara gece : "destina"
"dün gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
işte bu yüzden sırf bu yüzden yeni bir isim verdim sana"
koca bir sahnede tozların arasında bilgelik arayışında gerçeği arıyordu destina. doğrular vardı. çıkarlar, faydalar, zararlar, yanlışlar. hele de acılar vardı. en çok acıyı oynarken canı yanıyordu destina'nın. ve seyirci gece en çok bu sahnede hakim olamıyordu kendine, gözyaşlarıyla ıslatıyordu toprağı. duyduğu toprak kokusuyla mutlu olan destina gülümsüyordu. gülümserken ne kadar da güzel oluyordu... bir yıldızdı destina ve her oyununda biraz daha profesyonel yapıyordu onu yuttuğu sahne tozu.
"dün gece sen uyurken yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana
işte bu yüzden sırf bu yüzden yeni bir isim verdim sana, destina"
destina, umarsız görünmeye çalışsa da senaryolar yoruyordu onu. kimi zaman da acıtıyordu canını onun konrtolu dışında yazılan rolünü oynamak. rolüne sımsıkı bağlanmayı öylesine istedi ki korktu replikleri dışında bir şey söylemekten. oysa ne çok isterdi kendi hissettiklerini kelimelere dökmeyi. izin vermedi sahnenin kuralları ona. o da sadık bir oyuncu olarak kuralların dışına çıkamadı ama saatlerce ağladı gecenin karanlığında gidenlerin ardından. o kadar çok üzüldü ki kaçırdıkları için, işte bu yüzden, sırf bu yüzden, yaşamının gizini, adını, verdi ona koca sahne, teselli olsun diye.
"sen öyle umarsız uyusanda bir köşede
işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte
yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için
seni bu denli yıktıkları için
yaşamımın gizini vereceğim sana"
Tuz ve Su
Yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. "Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: "Tadı nasıl?" "Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak. "Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu yaşlı adam, "Hayır" diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: "Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
Kelebekleri itmeyin
Adam fısıldadı:
“Tanrım konuş benimle.”
Ve bir kuş cıvıldadı ağaçta.
Ama adam duymadı.
Sonra adam bağırdı:
“Tanrım konuş benimle!”
Ve gökyüzünde bir şimşek çaktı.
Ama adam dinlemedi onu.
Adam etrafına bakındı ve
“Tanrım seni görmeme izin ver” dedi.
Ve bir yıldız parıldadı gökyüzünde.
Ama adam farkına varmadı.
Ve adam bağırdı,
“Tanrım bana bir mucize göster!”
Ve bir bebek doğdu bir yerlerde.
Ama adam bunu bilemedi.
Sonra adam çaresizlik içinde sızlandı,
“Dokun bana Tanrım ve burada olduğunu anlamamı sağla!”
Bunun üzerine Tanrı aşağı doğru süzüldü ve adama dokundu.
Ama adam kelebeği elinin tersiyle uzaklaştırdı…
Ve yürüyüp gitti.