büyük sır
Yoldan geçen bir adam, kendi başına ağlamakta olan bir oğlan çocuğuna derdini sordu.
-Sineemaya gitmek için iki lira biriktirmiştim.Çocuğun biri gelip bunun bir lirasını elimden kaptı.
Biraz ileride duran bir erkek çocuğunu gösterdi.
-Bağırıp yardım istemedin mi? diye sordu adam.
-Bağırdım dedi çocuk ve tekrar hıçkırmaya başladı.
Adam onu sevgi ile okşayarak sorgulamasını sürdürdü.
-Kimse seni duymadı mı?
- Hayır diye hıçkırdı çocuk.
-Daha yüksek sesle bağıramaz mısın? diye sordu adam.
- Hayır diyerek, yeni bir umutla adama baktı.
Çünkü adam gülümsemekteydi.
- O halde ötekini de ver dedi.
Çocuğun kalan parasınıda elindn aldı ve umursamaksızın yürüyüp gitti.
BİLİYORUM BU YARA HİÇ KAPANMAYACAK
-Sineemaya gitmek için iki lira biriktirmiştim.Çocuğun biri gelip bunun bir lirasını elimden kaptı.
Biraz ileride duran bir erkek çocuğunu gösterdi.
-Bağırıp yardım istemedin mi? diye sordu adam.
-Bağırdım dedi çocuk ve tekrar hıçkırmaya başladı.
Adam onu sevgi ile okşayarak sorgulamasını sürdürdü.
-Kimse seni duymadı mı?
- Hayır diye hıçkırdı çocuk.
-Daha yüksek sesle bağıramaz mısın? diye sordu adam.
- Hayır diyerek, yeni bir umutla adama baktı.
Çünkü adam gülümsemekteydi.
- O halde ötekini de ver dedi.
Çocuğun kalan parasınıda elindn aldı ve umursamaksızın yürüyüp gitti.
BİLİYORUM BU YARA HİÇ KAPANMAYACAK
Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle
isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…
Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…
Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma
atlar gibi sevdalanışımdan…
Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…
Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe
uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…
Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep.Sana
acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür
gibi konuşanı sevdin…Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep.
Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…
Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini
sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı
çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz
çözüldüm…
Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini
bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir
telaşla söylersin…
Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini
hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin
kendini tutamazsın.
Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da
batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…
Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi
mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi.
Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş
gibi…
Bir tür gurur muydu bu?
Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi
ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu
hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?
Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün.Tam karşımda
oturuyordu.gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu
biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra
avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı
diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…
Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…
Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben.Görgü kitabı
masanın üstünde dururdu hep.
Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba
nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl
katlanır…Sinemada nasıl oturulur…
Ben de eskiden senin gibi saftım.İnanırdım bu dünyada bile şölenler
olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk
yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen
inanırdım…
Önce dilediğim gibi başlardı herşey.Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra
birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka
odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım
hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …
Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte
hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …
Sonraları çok sonraları anladım.Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir
araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç
istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz…
Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.
Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …
Evet cok geç anladım…
Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası
özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek
üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…
Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim
evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin
sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…
İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip
bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti.
Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere
gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman
ediyordu…
Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar
gibiydik…
Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…
Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü
engel olamadığımız o felaket duygusu…
Anlamıştım senin ailen de böyleydi…
Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında
istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …
Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir
olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini
söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …
Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten
sonra…
Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak
yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın
her şeye…
Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken
kaybetmiş gibisin hep…
Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız
kadınlarda…
Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız
erkeklerde…
Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…
Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi
incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür
gibi konuşanlara sevdalanacağız…
Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…
Ölesiye, amansız seveceğiz onları…
Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların
orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın…
Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen
de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir
gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim
her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup
gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…
Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin
hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı…
Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü
oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…Hepsi
yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok
garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka
kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…
Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın…
Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim…
Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim
gibi…
Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi
biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…
Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini
sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi
özleyen birileri arıyor.
Hiç cevap vermiyorum…BEN SENİ İSTİYORUM, SENİ ARIYORUM…
Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri
yok ediyor…
Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…
Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası…
Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri
sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…
Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak.Tıpkı o şizofren genç
gibi…
Cezmi ERSÖZ
BÜYÜK SIR
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki hep okşansın
Diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına.
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiğin ayna gibi.
Zaman sensin, uyuyan sen
Şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan, bir bıçak gibi...
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu mavi çanaklarda kan gibi
Durdurulmuş zamanın işkencesi
Ah bu daha beter işkence hiç mi hiç giderilmemiş istekten
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler
Asıl demek istediğim bu.
Hazzın ötesinde sevgim
Hiç bir zararın erişemeyeceği yerde bugün
Sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın.
......
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
Korkuyorum senden.
Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
Louis Aragon
Dedim ki ben sana vurgunum
Gündüzüm seninle
Gecem seninle
Dedi ki benden ne istersin ki
Gecende varsam
Gündüzünde varsam senin için
Aşk senin
Sevda senin
Ne dilersen yaşa
Dedim ki bir sevdalı bakışına durur bu yüreğim
Kendine katmak ister bir gülümseyen bakisini
Dedi ki sevda ise yaşamak istediğin
Nedir benden beklediğin
Sevdayı mi yaşamak dileğin
Ben miyim almak istediğin
Dedim ki ben bir ateşim
Ateşimi büyüten bir sevdalı sözün
Dedi ki sevda bir deli rüzgardır
Nereye eserse oraya gidersin
Tutamazsın elinle
Veremezsin yönünü
Ben sana beni sev dedim de mi sevdin
Beni sar dedim de mi sarmak istedin
Neden istersin benden bunları
Dedim ki ben bir deniz
Sen beni besleyen nehir
Kurur kalırım akışın olmazsa
Dedi ki ben bir deli nehir olsam
Arasam beni kendine katacak bir deniz
Akar miyim bensiz kuruyacak bir denize
Ben sonsuzdan akar dururum
Varır mıyım sonsuzluğu barındırmayan denize
Dedim ki ben kor karanlıklarda bir yürek
Sen doğan günsün beni aydınlatacak
Dedi ki kendi aydınlığını yaşayamayana
Ne verir gündoğumu
Dedi ki aşkının ışığında aydınlanmamışsan sen
Neyler benim ışığım sana
Ne verirsin bana
Hangi ışığı bağışlarsın yüreğime
Sen kör karanlıklardayken
Dedim ki ne istersin benden
Sevdana talibim
Dedim ki isteğin emirdir
Dileklerin benim isteklerimdir
Dedi ki hiç bir şey isteme benden
Bırak rüzgarım bulsun kendi yönünü
Eseceksem senden yana
Delice olmalı esişim
Akacaksam senden yana
Sonsuz bir koşu ile olmalı
Kavuşacaksam sana
Delice bir kayboluş olmalı birbirimizde
Dedi ki isteme hiç bir şey
İsteklerin isteksizlikler denizinde boğuşur önce
Kendin için önce sev beni
Dedi ki isteme bir şey benden
Sev önce kendini
Kendi ışığında aydınlat yüreğini
Kendi yüreğinde kendini gör önce
Görünce kendini kendi yüreğinde
Göreceksin o zaman kendi yüreğimdeki seni
İsteme benden hiç bir şey
Yüreğini büyüt sevdanla
Yüreğin senden sana akacak sevda ile beslensin önce
O zaman kendi yüreğinde göreceksin beni
O zaman saracaksın beni yüreğindeki her zerrenle
O zaman alacaksın sevdamı yüreğine...
Hayattan beklentin nedir? dedi adam...
'iyi bir eş... rahat bir hayat... yetecek kadar
para... Sağlıklı çocuklar...bunlar beklentilerim'.
dedi kadın...
'Nasıl bir eş istersin?' dedi adam...
'Anlayışlı, müşvik, ilgili ve sevgi dolu' dedi
kadın...
Sustu, düşündü bir süre adam...
Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının
beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını
düşünüyordu...
Ya da kadının onun hayallerine
denk olup olmadığını...
Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten
beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca
susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa mutfağa dalıp
makarna yapmak mı?. Oysa o hep bir gün eşinden önce eve
gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak
hayatta...
Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit
miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı
anlayışlı olmak? Beklenmedik bir günde sofralar donatan
bir eş olmak istiyordu oysa o.Karnı doyan değil, gözleri
parlayan bir kadındı onun aradığı...
Yeterince müşfik miydi acaba?... Müşfik bir eşten
beklentisi neydi kadının? En üzgün anında onu dizlerine
yatırıp okşamak mıydı müşfik olmak, yoksa konuşarak onu
rahatlatmak mı?...
Oysa o hep bir gün eşini çok üzgün görürse elinden
sımsıkı tutup en uzun yolda saatlerce yürümeyi hayal
etmişti...
Deniz kenarında, ormanda baş başa uzun bir
yürüyüşün sonunda onu eve getirip üstünü örmek,
uyumasını seyretmekti onun hayali...
Bu kadar basit miydi müşfik eş olmak?
Herhangi bir yakın dostun yapabileceğini yapmak kadar
kolay mıydı? Varlığının önemini hissettireceği, ona
sonuna kadar yanında olduğunu göstereceği bir eş olmak
istiyordu oysa o... Kıvrılmış bir kedi değil, ayakta
duran bir kadındı onun aradığı...
Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan
beklentisi neydi kadının? Her an yan yana olmak
mı? Hep onu düşünmek mi? Her şeyden birlikte keyif
almak mı? Tüm arkadaşlarıyla tanışmış
olmak mı? Sevgilim diye tanıştırılmak mı? Sürekli
dokunmak mı?
Öpmek...
öpmek...
Bu muydu sevgi dolu erkek? Oysa o hep onu
sadece sevmeyi hayal etmişti...
Sadece sevmeyi...
Sevdiğini, sevildiğini hissetmeyi...
Doğduğu şehre götürüp ona sürpriz
yapmayı düşlemişti...
Kadınına hiç beklemediği bir anda, en olmadık yerde,
markette, belki de asansörde, durduk yerde 'Seni seviyorum'
demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta...
Beklenti ile gelen ilgili ve sevgi dolu
erkeklik bu kadar basit miydi? Gözüne bak, yeni
boyattığı saçını anla, telefonla ara...
Beklenmedik bir günde beklenmedik hoşluklar
yapmak istiyordu oysa o.. Saçı bembeyaz olduğunda ilk
kez 'çok güzelsin' diyebileceği bir kadındı onun aradığı...
'Peki benden beklentin nedir?' dedi adam kadına...
'Hiç' dedi kadın. 'Hiç bir beklentim yok'. ' Ya senin?.
Senin beklentin ne benden?'...
'Bilmem hiç düşünmedim' dedi adam...
Oysa ikisinin de idealleri sandıkları beklentileri,
iki kişilik sandıkları tek kişilik hayalleri vardı...
Gün gün hayatın planları
vardı kafalarında...
Ama 'Hiç' diyorlardı, 'Çok' yerine...
Dürüst değillerdi...
Korkuları vardı...
Ya değişirse?, Düşlediğim gibi olmazsa her şey?....
Ya terk ederse?
Giderse gitsin...
Biterse bitsin...
Yeter ki sadece sevsin...
Bunu diyemiyorlardı...
Düşünüyorum da, biz insanlar hep karşımızdaki ile
hayalimizdekini aynı görmeye çalışırız. Ya da aynı
yapmaya...
Olmayınca suçlarız, kızarız, hatta terk eder gideriz...
Terk edemezsek sızlanırız...
Mutsuz olur, mutlu edemediği için mutsuz ederiz
karşımızdakini...
Ne umdum ne buldum deriz...
Peki ya hiç ummasak nasıl olur...
Hiç beklemesek...
Beklentisiz seviversek..
Onu bensizken, sensizken olduğu gibi sevsek...
Kıskanarak değil de, özgürlüğünü seyrederek sevsek...
Özel günlerde hediyelerle gelişini değil de, ummadık bir anda
öpüşünü, olmadık bir anda kapıyı çalışını sevsek...
Sevgiye beklentileri karıştırmadan, sevgiye başka şey
katmadan koşulsuz ve katıksız sevsek...
Sonunu düşünmeden, hesaplayıp çarpıp bölmeden, kurgulamadan,
sorgulamadan, hayallere dalıp gerçeklikten kopmadan sevsek...
Sadece sevsek...
Sevgi denizi sakin ve tek başına ama yan yana
yüzebilenler için mavi ve sonsuz bir yolculuktur...
Beklentiler ile yüklü dalarsanız denize
bu ağırlığı kaldıramaz...
Beklentilerinize uygun bulduğunuz
sevgilinizin boynuna atlarsınız büyük bir aşkla...
Beklentiler ile atladığınız sevgi denizinde size ne
olur biliyor musunuz? Ya beklentilerin ağırlığı yüzünden,
karanlık derinlikte birlikte boğulursuz....
Ya da sevgiliniz sizi ölüme terk eder...
Özgürlüğün ve hayatın beklentisiz tadına varmaya gider...
'iyi bir eş... rahat bir hayat... yetecek kadar
para... Sağlıklı çocuklar...bunlar beklentilerim'.
dedi kadın...
'Nasıl bir eş istersin?' dedi adam...
'Anlayışlı, müşvik, ilgili ve sevgi dolu' dedi
kadın...
Sustu, düşündü bir süre adam...
Hayattan kendi beklentilerini değil, kadının
beklentilerine uygun bir erkek olup olmadığını
düşünüyordu...
Ya da kadının onun hayallerine
denk olup olmadığını...
Yeterince anlayışlı mıydı acaba? Anlayışlı erkekten
beklentisi neydi kadının? Evde yemek bulamayınca
susmak mıydı anlayışlı olmak, yoksa mutfağa dalıp
makarna yapmak mı?. Oysa o hep bir gün eşinden önce eve
gelip ona sofralar donatmanın hayalini kuruyordu ortak
hayatta...
Beklenti ile gelen anlayışlı erkeklik bu kadar basit
miydi? Bir tencere makarna pişirmek kadar kolay mıydı
anlayışlı olmak? Beklenmedik bir günde sofralar donatan
bir eş olmak istiyordu oysa o.Karnı doyan değil, gözleri
parlayan bir kadındı onun aradığı...
Yeterince müşfik miydi acaba?... Müşfik bir eşten
beklentisi neydi kadının? En üzgün anında onu dizlerine
yatırıp okşamak mıydı müşfik olmak, yoksa konuşarak onu
rahatlatmak mı?...
Oysa o hep bir gün eşini çok üzgün görürse elinden
sımsıkı tutup en uzun yolda saatlerce yürümeyi hayal
etmişti...
Deniz kenarında, ormanda baş başa uzun bir
yürüyüşün sonunda onu eve getirip üstünü örmek,
uyumasını seyretmekti onun hayali...
Bu kadar basit miydi müşfik eş olmak?
Herhangi bir yakın dostun yapabileceğini yapmak kadar
kolay mıydı? Varlığının önemini hissettireceği, ona
sonuna kadar yanında olduğunu göstereceği bir eş olmak
istiyordu oysa o... Kıvrılmış bir kedi değil, ayakta
duran bir kadındı onun aradığı...
Yeterince sevgi dolu muydu acaba? Sevgili olmaktan
beklentisi neydi kadının? Her an yan yana olmak
mı? Hep onu düşünmek mi? Her şeyden birlikte keyif
almak mı? Tüm arkadaşlarıyla tanışmış
olmak mı? Sevgilim diye tanıştırılmak mı? Sürekli
dokunmak mı?
Öpmek...
öpmek...
Bu muydu sevgi dolu erkek? Oysa o hep onu
sadece sevmeyi hayal etmişti...
Sadece sevmeyi...
Sevdiğini, sevildiğini hissetmeyi...
Doğduğu şehre götürüp ona sürpriz
yapmayı düşlemişti...
Kadınına hiç beklemediği bir anda, en olmadık yerde,
markette, belki de asansörde, durduk yerde 'Seni seviyorum'
demenin hayalini kuruyordu ortak hayatta...
Beklenti ile gelen ilgili ve sevgi dolu
erkeklik bu kadar basit miydi? Gözüne bak, yeni
boyattığı saçını anla, telefonla ara...
Beklenmedik bir günde beklenmedik hoşluklar
yapmak istiyordu oysa o.. Saçı bembeyaz olduğunda ilk
kez 'çok güzelsin' diyebileceği bir kadındı onun aradığı...
'Peki benden beklentin nedir?' dedi adam kadına...
'Hiç' dedi kadın. 'Hiç bir beklentim yok'. ' Ya senin?.
Senin beklentin ne benden?'...
'Bilmem hiç düşünmedim' dedi adam...
Oysa ikisinin de idealleri sandıkları beklentileri,
iki kişilik sandıkları tek kişilik hayalleri vardı...
Gün gün hayatın planları
vardı kafalarında...
Ama 'Hiç' diyorlardı, 'Çok' yerine...
Dürüst değillerdi...
Korkuları vardı...
Ya değişirse?, Düşlediğim gibi olmazsa her şey?....
Ya terk ederse?
Giderse gitsin...
Biterse bitsin...
Yeter ki sadece sevsin...
Bunu diyemiyorlardı...
Düşünüyorum da, biz insanlar hep karşımızdaki ile
hayalimizdekini aynı görmeye çalışırız. Ya da aynı
yapmaya...
Olmayınca suçlarız, kızarız, hatta terk eder gideriz...
Terk edemezsek sızlanırız...
Mutsuz olur, mutlu edemediği için mutsuz ederiz
karşımızdakini...
Ne umdum ne buldum deriz...
Peki ya hiç ummasak nasıl olur...
Hiç beklemesek...
Beklentisiz seviversek..
Onu bensizken, sensizken olduğu gibi sevsek...
Kıskanarak değil de, özgürlüğünü seyrederek sevsek...
Özel günlerde hediyelerle gelişini değil de, ummadık bir anda
öpüşünü, olmadık bir anda kapıyı çalışını sevsek...
Sevgiye beklentileri karıştırmadan, sevgiye başka şey
katmadan koşulsuz ve katıksız sevsek...
Sonunu düşünmeden, hesaplayıp çarpıp bölmeden, kurgulamadan,
sorgulamadan, hayallere dalıp gerçeklikten kopmadan sevsek...
Sadece sevsek...
Sevgi denizi sakin ve tek başına ama yan yana
yüzebilenler için mavi ve sonsuz bir yolculuktur...
Beklentiler ile yüklü dalarsanız denize
bu ağırlığı kaldıramaz...
Beklentilerinize uygun bulduğunuz
sevgilinizin boynuna atlarsınız büyük bir aşkla...
Beklentiler ile atladığınız sevgi denizinde size ne
olur biliyor musunuz? Ya beklentilerin ağırlığı yüzünden,
karanlık derinlikte birlikte boğulursuz....
Ya da sevgiliniz sizi ölüme terk eder...
Özgürlüğün ve hayatın beklentisiz tadına varmaya gider...
Kavanozdaki Kelebeğim Ben
Doktor odaya girdiğinde, o, yatak örtüsünü yüzüne kapatmış hareketsizce
yatıyordu. Doktor uyumadığını düşündüğü için kısık sesle;
…..Günaydın, dedi ama ondan cevap gelmedi. Doktor ;
…..Uyumadığını biliyorum. Demek ki bugün beni görmek istemiyorsun dedi
gülerek. Yanına yaklaşıp örtünün altından dışarı sarkan elini tuttu şefkatle
okşa*****;
…..Nasılsın bugün?
…..Kelebek gibiyim, dedi o sanki duyulmasını istemediği bir sesle, kelebek
gibiyim.
…..Doktor Lale hastasının yüzünden örtüyü açarak doğrusu kelebekle aranda
nasıl bir benzerlik oluşturduğunu dinlemek isterim dedi gülümseyerek.
…..Yıllar önceydi bir yakınıma biraz sitemle "senin için ne ifade ediyorum
demiştim" oda bana; sen benim kelebeğimsin. Sen hayatına girdiğin her
insanın kelebeğisin. Dalına konduğun her çiçek ancak o zaman çiçek olduğunu
anlar. Dokunduğun her dala baharı yaşatırsın, baharı getirirsin. Neşesisin
sen gönül bahçelerinin. Varlığınla bütün olur ancak her güzellik. Varlığına
doyulmaz ama yokluğunda hep beklenensin. Dalına konduğun her çiçek gibi
benimde senden bir şikayetim var, hayatımızda kalışın bir kelebeğin ömrü
kadar az oluyor. İnsan egoisttir biliyorsun istiyoruz ki geldiğin yere
kelebek olarak gel ama kelebek olarak kalma. Avuçlarımıza konmuşken
ellerimizi bir daha boş bırakma. İşte bunun için sana kelebeğimsin diyorum,
hayranlıkla, sevgiyle ve her an uçup gitmen korkusuyla sen benim
kelebeğimsin demişti.
…..Doktor Lale dikkatlice dinledikten sonra; evet yakının ne güzel tarif
etmiş seni sen hala kelebeksin ama bak herkesin şikayet ettiği yanınsa uçup
gitme eğilimin. Lütfen konduğun dala bundan sonra sıkı sıkı tutun ve gitmek
için değil kalmak için mücadele et bundan böyle.
…..O sesinde ağır hüzün tınısıyla; doktor vaktiniz var mı? Dedi. Doktor
Lale;
…..İstediğin kadar seninleyim paylaş benimle hislerini dedi. O yüzünü tekrar
örttü ve zor duyulur bir sesle anlatmaya başladı.
…..Biliyormusunuz doktor, yakınım beni bir kelebeğe benzettiğinde bir anım
gelmişti aklıma ve dehşete kapılmıştım. Çocukken kısa bir dönem köyde
yaşamıştım. Mevsim bahardı. Pek çok çocukla birlikte yol boyunca açan
çiçekler arasında oynuyor beğendiklerimizden buket yapıyorduk. Canlı bir
kelebekle ilk kez o gün tanışmıştım. Turuncu, kırmızı ve siyahın tonlarıyla
muhteşem görünüyordu. Yakalamak için peşinden koştum ama bir türlü
yakalayamamış üzülmüştüm. Öyle güzel görünüyordu ki büyülemişti beni, o
kelebek ilada benim olmalıydı. Kelebeği yakalayamadığıma üzüldüğümü gören
arkadaşım beni teselli edip üzülme yarın evden büyük bir cam kavanoz
getirelim kelebek çiçeğe konduğu anda üzerine kavanozu kapatıp öyle
yakalarız demişti. Ertesi gün aynen öyle yapmıştık. İşte beni büyüleyen
muhteşem kelebeğim ağzını sıkı sıkı kapattığım kavanozun içinde
ellerimdeydi. Ellerimde olsa dokunmaya kıyamadığım kanatlarını kavanozun
dışından okşadım dakikalarca. Kavanoz avuçlarımda ben kelebeğimi izliyordum.
Kavanozun içinde uçmaya çalışıyor, kendisini kavanozun duvarlarına çarpıp
düşüyordu. Tekrar kalkıp uçmayı deniyor yine kendisini duvarlara vurup
düşüyordu. Başka bir arkadaşım benimle alay etmeye başlamıştı; senin
kelebeğin çok akılsız, etrafında camdan bir duvar olduğunu göremiyor
uçacağını zannediyor kendini duvarlara vura vura kanadını yaraladı bak dedi.
Benim kelebeğim akılsız değil diye bağırmıştım. Bir süre sonra kelebeğim
kendini yine kavanozun duvarına vurdu ve düştü ama bir daha kalkamadı.
Kanatlarını yere sermiş öylece duruyordu. Neden uçmuyor dedim arkadaşıma çok
yoruldu dinleniyor olmalı dedi. Aradan uzun zaman geçmesine rağmen hiç
kımıldamıyordu eve gelip anneme gösterdim onu. Annem kavanozun kapağını açtı
dikkatlice kelebeği eline aldı bana döndü;
…..Neden kelebeği kavanoza hapsettin dedi?
…..ONU ÇOK SEVİYORDUM benim olsun istedim anne.
…..Onu kavanoza hapsetmekle havasız bırakıp özgürlüğünü elinden alıp ölüme
götürdüğünü hiç düşünemedin mi? Zavallı kelebek kavanozun içinde çırpınıp
kanatlarını kırarken hiç mi acımadın.
…..Ben ona nasıl davranacağımı bilemedim ben onu sadece sevdim anne. Derken
en çok sevdiğim arkadaşım söze karıştı. Ben onun kavanozda öleceğini
biliyordum. Çünkü hava almadan yaşayamazdı.
Bunu duymak beni deliye çevirmişti. Arkadaşıma katil diye bağırmaya
başladım. Madem biliyordun onun çırpınışlarını sende görüyordun neden onu
kurtarmak için müdahale etmedin neden beni ikaz etmedin. Arkadaşımsa sadece;
Bilmem düşünemedim kelebek senin dedim müdahale etmek istemedim dedi.
Doktor Lale hastanın bunları anlatırken hangi noktaya geleceğini tahmin
etmişti. Konuyu kapatıp hastanın düşüncelerini başka yöne çekmek adına onun
ellerinden tutup koridorda biraz yürümeye ne dersin? Dedi.
…..O; Doktor görmüyormusunuz? hala benim kavanozdaki kelebek olduğumu. Hiç uçamayacak kadar yorgun ve kırık kanatlarımı görmüyormusunuz?
…..İstesen bu kanatları tamir etmek senin elinde. Bunu kendin için
yapmıyorsan bunca sevenlerin için sevdiklerin için yapmalısın. Onları ne
kadar üzdüğünü görmüyormusun?
…..Çok adaletsizsiniz doktor. Bana onları üzdüğümü söylerken neden onlarada;
Siz bu zavallı insanı sevdiğiniz içinmi kavanoza hapsettiniz? Ve sizler
sevdiğinizi söylediğiniz bu insan bu kavanozda çırpınırken gördüğünüz halde
neden bu hayatın içinde bir yol bulması için müdahale etmediniz onu
yapayalnız bıraktınız unuttunuz diye sormuyorsunuz?
…..Bırakın beni doktor. Sizde kabullenin artık ben bir kelebeğim ve artık
kavanozumu kabullendim. Kanatlarımı yere indirdim. Ne kavanozun kapağını
açın nede duvarlarını kırın. Ben kaderi kabullenmişken bana alışık olmadığım
bir dünya daha sunmayın.
Doktor Lale hayatın insanları nasıl bu noktaya getirdiğini defalarca kez
görmesine rağmen, içinde anlayamadığı bir hüzün ve nefretle;
EĞER İNSANLAR SEVMENİN HAKKINI VEREBİLSEYDİ, sevmenin fedakarlık ve emek
olduğunu kavrayabilsyedi , insanlar birbirini anlayabilseydi şu hasta
yataklarının çogu boş olurdu dedi içinden
Günün birinde bir çiçekle su karşılaşır ve arkadaş olurlar. İlk önceleri güzel bir arkadaşlık olarak devam eder birliktelikleri, tabii zaman lâzımdır birbirlerini tanımak için. Gel zaman, git zaman çiçek o kadar mutlu olur ki, mutluluktan içi içine sığmaz artık ve anlar ki, su'ya aşık olmuştur. İlk kez aşık olan çiçek, etrafa kokular saçar, "Sırf senin hatırın için ey su" diye... Öyle zaman gelir ki, artık su da içinde çiçeğe karşı birşeyler hissetmeye başlamıştır. Zanneder ki, çiçeğe aşıktır ama su da ilk defa aşık oluyordur. Günler ve aylar birbirini kovalar ve çiçek acaba "Su beni seviyor mu?" diye düşünmeye başlar. Çünkü su, pek ilgilenmez çiçekle... Halbuki çiçek, alışkın değildir böyle bir sevgiye ve dayanamaz. Çiçek, suya "Seni seviyorum der. Su, "Ben de seni seviyorum" der. Aradan zaman geçer ve çiçek yine "Seni seviyorum" der. Su, yine "Ben de" der. Çiçek, sabırlıdır. Bekler, bekler, bekler... Artık öyle bir duruma gelir ki, çiçek koku saçamaz etrafa ve son kez suya "Seni seviyorum." der. Su da ona "Söyledim ya ben de seni seviyorum." der ve gün gelir çiçek yataklara düşer. Hastalanmıştır çiçek artık. Rengi solmuş, çehresi sararmıştır çiçeğin. Yataklardadır artık çiçek. Su da başında bekler çiçeğin, yardımcı olmak için sevdiğine... Bellidir ki artık çiçek ölecektir ve son kez zorlukla başını döndürerek çiçek, suya der ki; "Seni ben, gerçekten seviyorum." Çok hüzünlenir su bu durum karşısında ve son çare olarak bir doktor çağırır nedir sorun diye...Doktor gelir ve muayene eder çiçeği. Sonra şöyle der doktor: "Hastanın durumu ümitsiz artık elimizden birşey gelmez." Su, merak eder, sevgilisinin ölümüne sebep olan hastalık nedir diye ve sorar doktora. Doktor, şöyle bir bakar suya ve der ki: "Çiçeğin bir hastalığı yok dostum... Bu çiçek sadece susuz kalmış, ölümü onun için" der. Ve anlamıştır artık su, sevgiliye sadece "Seni seviyorum" demek yetmemektedir..